Son bir ayda ülkemizde yaşanan seller, yangınlar ve ardından bir kez daha gelen seller bile küresel iklim krizinin büyüklüğünü anlayabilmek için yeterli.

En kötüsü de tüm bu felaketlerin sorumlusu biziz, yani insanlar. Hızla artan nüfusumuzla, üretim ve tüketim alışkanlıklarımızla dünyanın hızla ısınmasına katkıda bulunuyoruz.

Dünyanın ortalama sıcaklığı arttıkça atmosfer, okyanuslar ve kutup bölgelerinde çok hızlı değişimler yaşanıyor. Bu değişimler dünyanın dört bir yanındaki aşırı hava olaylarının sayısını ve sıklığını hızla artırıyor.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) 9 Ağustos günü yayımlanan Altıncı Değerlendirme Raporu'nun ilk kısmında da bu sorunun altı kalın çizgilerle çiziliyor. Dünyanın dört bir yanından 234 bilim insanının imzasını taşıyan raporda, sıcaklıklar değiştikçe Dünya'nın nasıl değiştiği ve bunun gelecek için ne anlama geldiği ifade ediliyor.

BAFRA’DA SULAR ALTINDA KALACAK MI?

234 bilim insanının imzasını taşıyan rapora göre oluşturulan haritada, Bafra Ovası’nın risk altında olduğu görülüyor.

Özellikle Bafra’nın denize yakın kesimler su altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu görülüyor.

SICAKLIKLAR ARTACAK AMA TEK SORUN MAALESEF BU DEĞİL

Raporda uzmanlar sera gazı emisyonlarında hızlı ve kapsamlı bir sınırlamaya gidilmediği müddetçe önümüzdeki 20-30 yılda dünyadaki ısınmanın ara hedef olan 1,5 santigrat derecenin üzerine çıkacağını, hatta kritik eşik olan 2 santigrat derecenin bile aşılabileceğini net bir biçimde ortaya koyuyor.

Rapora göre, eğer sıcaklık artışı 1,5 derece ile sınırlı kalırsa, sıcak dalgaları artacak sıcak mevsimler daha uzun, soğuk mevsimler ise daha kısa sürecek. 2 derecelik artışta ise sıcak dalgaları hem tarımı hem de insan sağlığını tehdit eder boyutlara erişecek.

Ancak mesele sadece sıcaklık artışıyla sınırlı değil. Nem ve kuraklık dengeleri, rüzgarlar, kar yağışları ve buzul tabakaları, sahil kıyıları ve okyanusların tamamını karanlık bir gelecek bekliyor.

DENİZ SEVİYELERİNDEKİ YÜKSELME OLDUKÇA KRİTİK

IPCC raporunda denizler ve okyanuslar konusuna özel bir başlık ayrılmış. Bu başlıkta en çok dikkat çeken ve Türkiye gibi üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede en dikkatle okunması gereken noktaların başında da deniz seviyelerindeki yükselme geliyor.

Raporun su ile ilgili maddelerini özetlemek gerekirse;

-- İklim değişikliği su döngüsünü kuvvetlendiriyor. Bunun sonucunda birçok bölgede yoğun kuraklıklar yaşanırken, bunun karşısında çok daha yoğun yağışları ve sel baskınlarını görüyoruz.

-- İklim değişikliği yağış düzenlerini değiştiriyor. Yüksek enlemlerde yağışların artması olasıyken, subtropik bölgelerin geniş kesimlerinde yağışlar azalacak. Muson yağmurlarında da bölgesine göre değişimler gözlenecek.

-- Permafrostta erime artacak, mevsimsel kar yağışları azalacak, buzullar ve buz örtüleri eriyecek, Kuzey Kutbu çevresinde yaz aylarında görülen deniz buzu azalmasında artış yaşanacak.

-- Okyanuslarda sular ısınacak, sıcak dalgaları daha sık yaşanacak, asit seviyeleri artarken oksijen seviyeleri düşecek. İnsan faaliyetleriyle birebir bağlantılı bu gelişmeler hem okyanus ekosistemlerini hem de hayatları bu ekosistemlere bağlı insanları etkileyecek. Bu değişimler en az bu yüzyılın sonuna kadar devam edecek.

-- Sahil kıyılarındaki şehirlerdeki deniz seviyeleri 21'inci yüzyıl boyunca yükselmeye devam edecek. Rakımı düşük yerlerde deniz taşkınlarını ve deniz erozyonlarını daha sık göreceğiz. Geçmişte 100 senede bir yaşanan aşırı uçlardaki deniz seviyesi olayları yüzyıl sonunda her yıl yaşanır hale gelecek.

-- Bazı şehirler, artan sıcaklıklar, aşırı yağış kaynaklı şehirler ve sahillerde yükselen deniz seviyeleri nedeniyle yaşanamaz hale gelecek.

2050 İLE 2100 ARASINI BELİRLEMEK BİZİM ELİMİZDE

Bu son iki madde Türkiye için çok önemli sonuçlar taşıyor. IPCC raporunun yazarlarından iklim bilimci Robert Kopp, The Conversation'a yaptığı açıklamada, geçtiğimiz 10 yılda küresel ortalama deniz seviyelerinin her yıl 4 milimetre (toplam 4 santimetre) arttığını belirterek, "Bu fark, iki faktöre bağlı olarak daha da açılacak: Birincisi kutuplardaki ve dağ buzullarındaki buzların erimesi, ikincisi de okyanustaki suyun hacminin ısındıkça artması" diye konuştu.

Bugünden bakıldığında yükselişin en az 2050 yılına kadar devam etmesinin garanti olduğunu da sözlerine ekleyen Kopp, "Uluslar karbon emisyonlarını ne kadar düşürürlerse düşürsünler, dünya bu yüzyılın ortasında 15 ila 30 santimetrelik bir küresel ortalama deniz seviyesi yükselişiyle karşı karşıya kalacak" ifadelerini kullandı.

Ancak 2050'den itibaren deniz seviyesi projeksiyonları ile ülkeleri karbon emisyon miktarları arasında çok yakın bir ilişki bulunuyor. Eğer sera gazı emisyonları şu anki miktarında devam ederse, 2100 yılı itibariyle dünyada ısınma 3-4 dereceyi bulacak. Bu da deniz suyu seviyesinin 70 santimetre yükselmesi anlamına geliyor.

Paris Anlaşması'yla belirlenen ve yukarıda da altını çizdiğimiz kritik eşik olan 2 derecelik artış ise 2100 yılına geldiğimizde deniz seviyelerinde 50 santimetrelik bir yükseliş demek. Kopp, sera gazı emisyonunun en üst seviyede olduğu senaryoda ise yüzyıl sonunda deniz seviyesindeki yükselişlerin 2 metreyi bulabileceğini belirtti.

DENİZ 1 METRE YÜKSELİRSE, SULAR 100 METRE İÇERİ GİRİYOR

Peki deniz seviyesi 2 metre yükselince ne olacak? IPCC'nin raporunu geçtiğimiz günlerde Demirören Haber Ajansı için değerlendiren Boğaziçi Üniversitesi İklim Politikaları Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz, bu rakamların zihnimizde daha iyi canlanması için bazı örnekler vermişti.

Prof. Dr. Kurnaz'ın belirttiğine göre, deniz seviyesinin 1 metre yükselmesi, denizin 100 metre içeri girmesi anlamına geliyor. Yani kıyıdan itibaren 100 metre içerideki alanların tamamı sular altında kalma riski yaşıyor.

Bu sorunu önlemek için denize kıyısı olan yerlerde evlerin önüne duvarlar çekilmesi gerekecek, ev alacak kişiler deniz kenarları yerine tepeleri tercih etmek zorunda kalacak, belediyeler yapacakları metroların çıkışlarının ağzını denize değil karaya doğru inşa etmek zorunda kalacak. Bütün bunların sonucunda orta-uzun vadede dünyanın haritasının değiştiğine şahit olacağız.

İZMİR VE İSTANBUL'UN SAHİL ŞERİTLERİ SULAR ALTINDA KALACAK

Biz de bütün bu uyarılar ışığında, küresel ısınma senaryolarının ülkemizi nasıl etkileyeceğini araştırdık.

Türkiye'nin kıyıları nasıl bir değişim geçirecek? Risk en çok hangi şehirlerimizde? Climate Central'ın Surging Seas (Yükselen Denizler) haritası tam olarak bu sorulara yanıt vermek için hazırlanmış. Haritada 2100 yılına gelindiğinde, dünyadaki ortalama sıcaklığın 2 ve 4 derece arttığı durumlarda denizlerin yükselmesi sonucu nerelerin sular altında kalacağı gösteriliyor.

EN VERİMLİ TARIM ARAZİLERİMİZİ DENİZ SULARI BASACAK

Haritada en az bu kadar belki de daha ürkütücü bir detay var. Görünüşe bakılırsa 2100 yılına geldiğimizde Türkiye'nin en verimli tarım arazilerinin önemli bir kısmı deniz suyu baskınlarıyla kullanılamaz hale gelecek. Özellikle kıyılardaki delta ovalarının neredeyse tamamı sular altında kalacak.

HORTUM, TÜRKİYEYE UZAK MI?

Kasım ayı başında Filipinleri vuran Haiyan Tayfunu on binin üzerinde insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Ölen insanların çoğunluğu Samar Adasındaki 220 bin nüfuslu Tacloban kentinde yaşıyordu. Bu kentin temel özelliği, fırtına yolunun üzerinde olmasının yanında deniz kıyısında ve düzlükte kurulu olmasıydı. Dolayısıyla da fırtınayla birlikte kabaran deniz 5 metre yükseklikteki dalgalarla Tacloban şehrini yerle bir etti. Bu olay bize gelecekte göreceğimiz felaketlerin de bir göstergesi olmalıdır.

Türkiyeden bakarak bu tür fırtınaların bize çok uzak olduğunu düşünebiliriz. Ama en iyimser iklim raporlarında bile deniz seviyesinin bizim yaşam süremiz içinde bir metre artacağını okuyoruz. Bu bizim açımızdan şu demek: Ülkemizde bizleri besleyen tarım üretiminin önemli bir kısmı denize yakın ovalardan elde edilir. Kısa sürede deniz seviyesi bir metre yükseldiğinde Karadenizde Bafra ve Çarşamba Ovaları, Egede Büyük Menderes, Küçük Menderes ve Gediz Ovaları, Marmarada Sakarya ve Meriç Ovaları ve Akdenizde Çukurova ciddi anlamda toprak ve verim kaybına uğrayarak önemli kısmı sular altında kalacaktır. Bu topraklar her ne kadar Türkiye yüzölçümünün küçük bir kısmını oluştursalar da tarım üretimimizin önemli bir kısmı buralardan gelmektedir.

NAZİLLİYE DENİZ GELECEK

Bugünkü şehirlerimizden, Trabzonun önemli kısmı, Giresun, Ordu, Samsunun önemli kısmı, Sinop, Bartın, Zonguldak’ın önemli kısmı, Adapazarı, İzmit, İstanbulun önemli kısmı, Tekirdağ, Edirne, Yalova, Çanakkale, Aydın, İzmir ve Manisanın önemli kısmı, Antalya, Mersin, Adana ve İskenderun tamamen sular altında kalacak. Kalan insanlar kıyıdan motora binip 15 km açılıp çocuklarına Bak işte burası Çarşamba, eskiden senin dedelerin burada yaşarmış diyecekler.