Konferansa konuşmacı olarak Birol Kağıt katıldı. Cumhuriyetimizin kuruluşuyla ilgili konuşmasını yaptı.
        

Ulu Önder’in çabalarıyla 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in; neden, ne zaman ve nasıl ilan edildiğine geçmeden önce cumhuriyet sözcüğünün anlamını, tarihi gelişimini ve çeşitlerini kısaca açıklayalım:

            Cumhuriyet sözcüğü dilimize Arapça “cumhur” kelimesinden geçmiş olup; halk, ahali, büyük kalabalık anlamına gelir. Başka bir deyişle cumhuriyet, ulus egemenliğine dayanan bir devlet biçimidir. Bu devlet biçiminde temel ilke, devlet başkanı ile en üst yöneticilerin seçim yolu ile iş başına gelmesidir.

            Tarihçiler cumhuriyet deyimini ilk kez, Etrüsk krallarının ülkeden çıkarılmasından sonra, Roma’da kurulan hükûmet için kullanmışlardır. Kimi tarihçiler ise bu deyimi Eski Yunan şehir devletçikleri için de kullanmışlardır; fakat Yunan şehir devletlerinde halkın egemenliği ve fertlerin eşitliği tam olarak sağlanamadığından, tam bir cumhuriyet söz konusu değildir. Cumhuriyetin bir devlet şekli olarak oluşumunu sağlayanlar ise Romalılardır. Roma’da devlet karşısında ferde değer verilmiş ve halkın çoğunluğuna bazı siyasi haklar tanınmıştır. Ancak herkes bu haklardan eşit yararlanamamıştır

            Cumhuriyet rejimini Avrupa’da teoriden uygulamaya taşıyan olay ise Fransız İhtilali olmuştur. İhtilalden sonra Fransa aşamalı olarak ilk önce, monarşi daha sonraları ilk cumhuriyet (1792-1795) dönemlerini yaşadı. Fransa’da kurulan bu rejim, daha sonraları dünyada kurulan cumhuriyet idarelerinin de temelini oluşturmuştur

Bir devlet biçimi olan cumhuriyetin çeşitlerini saptayabilmek için her şeyden önce seçimin kimler tarafından yapıldığı önemlidir. Eğer egemenlik hakkını kullananları, toplumun çok küçük bir kesimi belirliyor ise “oligarşik cumhuriyetten”; egemenlik hakkını kullananları halkın çoğunluğu belirliyor ise “halka dayalı cumhuriyetten” söz edilebilir.

 

            Kısaca: Cumhuriyet, en genel anlamda egemenliği kullananların seçimle belirlendiği bir sistemdir. Monarşide egemenlik bir hanedan üyesine aittir. Ama demokratik olmayan cumhuriyetler olduğu gibi demokratik monarşiler de vardır.Yani her demokrasi cumhuriyet; her cumhuriyet de demokrasi değildir.

            Osmanlı Devleti’nin yüzünü batıya çevirip Avrupa tarzında ilk ıslahatlar yaptığı dönem, barış dönemi olarak da bilinen Lale Devri’dir

            Osmanlı Devleti’nde anayasacılığın temeli olan ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı’ndan dolayı Avrupa’nın desteğini sağlamak amacıyla yayımlanan bu ferman ile padişah, kendi iradesini kanun gücüyle sınırlamayı kabul etmiştir. Fermanın mimarı olan Mustafa Reşit Paşa bu ferman ile aynı zamanda sultanın, bürokrasi, diğer bir ifadeyle hükûmet üzerindeki yetkilerini kısmayı amaçlamış; yasama görevini de sivil bürokrasi, asker ve ulemadan oluşan sürekli meclislere bırakmıştır.

            Osmanlı Devleti’nde yönetim alanında önemli bir gelişme sayılan meşrutiyet yani padişahın yetkilerinin halk meclisi ve anayasa ile sınırlandırıldığı rejim, fikir olarak Osmanlı’da 1860’lı yıllarda açıkça tartışılmaya başlanmıştır. Osmanlı aydınlarının böylesi fikirleri tartışmasında hiç şüphesiz Fransız İhtilali’nin yaydığı akımların da etkisi söz konusudur.

            Genç Osmanlıların çalışmaları ve Mithat Paşa ve yandaşlarının girişimiyle, Mayıs 1876’ da Abdülaziz’in tahttan indirilip yerine V. Murat’ın geçmesiyle sonuçlanan bir darbe düzenlenmiştir. Darbe beraberinde anayasa ve meşrutiyet fikirlerinin tartışılmasına da neden olurken, V. Murat’ın sağlık sorunlarının artması, Avrupa devletlerinin Osmanlı ülkesindeki azınlık meselesini çözmek için, İstanbul’da bir konferans tertiplemesi üzerine ordu, bürokrasi, şeyhülislamlık tarafından Anayasa ve Meşrutiyet’i ilan edeceğine söz veren II. Abdülhamit tahta çıkarılmıştır.

            Yıl 1908’e gelince gelişmeler bir hayli hızlanmıştır. Bunun en önemli nedeni İngiltere ile Rusya arasında 1908’de yapılan Reval Görüşmeleri sonrasında Osmanlı’nın Balkan topraklarının paylaşılması olmuştur. Bu gelişmeler üzerine cemiyetin önde gelenlerinden      Enver Paşa ile Resneli Niyazi dağa çıkmış, Eyüp Sabri de gerilla savaşına başlamıştır (Temmuz 1908). Merkezin bu ayaklanmayı bastırmak için gönderdiği Şemsi Paşa cemiyet tarafından öldürülünce Cemiyet, 21-22 Temmuz gecesi toplanarak anayasanın yürürlüğe girmesi ve meclisin açılması için Yıldız Sarayı’nı telgraf bombardımanına tabi tutmuştur. Bu durum üzerine Abdülhamit 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’i tekrar ilan etmek zorunda kalmıştır

            Büyük zafer kazanıldıktan sonra saltanatın kaldırılması, Halk Fırkası’nın kurulması vb. gibi nedenler meclisteki görüş ayrılıklarını artırmış, Mustafa Kemal’e karşı olan gruplar Saltanatın tekrar kurulmasını gündeme getirmeye başlamışlardır. Öyleyse yapılacak devrim ile kişi egemenliğine dönülmeyeceği daha kesin bir şekilde gösterilmeliydi.

Hâkimiyetin padişaha değil ayrım gözetmeksizin tüm halka verilmesiyle halk ile devlet ve hükûmet arasındaki eşitsizlik son bulmuştur. Yani cumhuriyet rejimine geçilerek toplumdaki fertler ile yöneticiler arasındaki fark ortadan kaldırılmış, ayrıcalıklı bir yönetici sınıfı kabul edilmemiştir. ATATÜRK’ün belirttiği gibi, “Cumhuriyet, milletin kendi istek ve arzusu ile oluşmuş, ilanı ile de hükûmet ile millet arasında ayrılık kalmamıştır.”

            Saltanatı kaldırıp da Cumhuriyet’i ilan eden Mustafa Kemal ve arkadaşları bu devrimi yaparken halk için daha yararlı, halkın onur ve haysiyetine daha fazla yakışan bir sistem olduğunu düşündükleri için yapmışlardır. Zira Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yılları yani emekleme dönemlerinde; Rusya'da Stalin, Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini gibi diktatörlerin halk adına deyip de halklarını felaketlere sürükledikleri, kendi kişisel hırslarını halkın istekleri gibi sundukları yıllardır. Bu dönemde Emperyalizme karşı başarı kazanmış sadece kendi ülkesinde değil dünyada büyük bir üne sahip olan Mustafa Kemal isteseydi, çok rahat diktatörlüğünü ilan edebilirdi, halk arkasındaydı. Fakat o yaptığı onur savaşında ve bütün devrimlerinde kendisini halktan hiçbir zaman üstün görmemiş, milletine hizmet etmeyi en büyük erdem olarak kabul etmiş, zamanı gelince de yönetimi, asıl sahibi olduğunu düşündüğü halka vermiştir.

         

            Bafra Türkav Başkanı Sami Keskin; konuşmacı Birol Kağıt ve konferansa katılan üyelere teşekkür etti.