99 ÖNCESİ YAPILAN YAPILARIN TÜMÜ RİSKLİDİR

Bundan tam 17 yıl önce, 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi ve 12 Kasım 1999 Gölcük depremi ile iki kez SARSILMIŞTIK.

Gölcük’te 7.5 Mw büyüklüğünde gerçekleşen Depremde Çöken bina 135 bin ve hasar gören bina 350 bine ulaşmıştı.

Ayrıca yirmi bine yakın insan depremde hayatını kaybederken 30 bin kişi de yaralanmıştı.

Bunun yanında 600 bin insan evsiz kalmış ve depremden 10 milyondan fazla kişi direk ve dolaylı olarak etkilenmişti.

Çok zaman geçmeden ikinci büyük sarsıntı ile yeni yıkımlar bu kez hemen fay hattının doğudaki devamı olan Düzce’de gerçekleşti. Düzce’de meydana gelen ve 7.2 Mw büyüklüğünde gerçekleşen depremde bine yakın ölü, beş bin civarında yarlı, 3500 yıkık bina 15 bine yakın büyük hasarlı yapı ile karşı karşıya kaldık.

Her iki depremde yaşanan tablo hafızalardan silinmemişken Ekim 2011 de bu kez 6.6 Mw ile Van’da sarsıldık.  Sarsıntı sadece 25 saniye sürmesine rağmen 600’ün üzerinde ölü, 5 bine yakın yaralının yanısıra 3 bin civarında bina da enkaza döndü.

DEPREM DEĞİL, ÇÜRÜK BİNA ÖLDÜRÜR

Türkiye coğrafyasında dünyanın en önemli deprem yaratma kapasitesine sahip derin ve ciddi fay hatları bulunduğu artık inkâr edilemez bir gerçektir. İTÜ ve diğer üniversitelerimiz ile Kandilli rasathanemizin ve Deprem Araştırması Enstitüsünün son yıllarda yaptığı hem jeolojik, hem sismik araştırmalar ile uzay fotoğrafları ve yerleştirilen deprem sensörlerinden elde edilen veriler ışığında ortaya çıkan sonuç ise Türkiye’nin tüm bölgelerinde deprem etkisi itibarıyla ölümcül hasarlara gebe fay zonları bulunduğu  gerçeğidir

Bu itibarla ülkemiz yapı stoğunun elden geçirilmesi gerektiği aşikârdır.

1999 yılında yaşanan depremlerin ortaya çıkardığı çok önemli gerçekler var. Bunlardan biri binaların eksik ve kalitesiz malzeme ile yapıldığı, bir diğeri işçilik kusurları ve uygun zemin çözümlemelerinin yapılmamış olmasıdır.

Ama bence tüm bunlardan daha fazla hasar veren başkaca çok önemli bir husus vardı ve genel olarak çok dillendirilmeden üzerinden geçilen bir husustu.

Depremlerde yıkılan, hasar gören, can ve mal kaybına sebep olan yapılarda oluşan bu hasar ve yıkımların en önemli sebebi o dönem ve öncesinde  “ yapının statik ve betonarme hesaplarının yapıldığı normların, ülkemiz deprem kuvvetlerini karşılayacak katsayılara ve hesap yöntemlerine sahip olmaması” idi.

Teknik analizde;

Deprem yüklerinin ve buna bağlı hesap katsayılarının 99 depreminden sonra değiştiğini, Türkiye Deprem haritasının ve bölgelerinin yeniden belirlenerek deprem bölge katsayılarının düzenlendiğini biliyoruz.

Depreme dayanıklı yapı tasarımı esasları 99 depreminden sonra neredeyse tamamen değişmiştir.

Depreme dayanıklı bir yapının yeterli dayanım, rijitlik ve sünekliğe sahip olarak tasarlanması gerekliliği bu depremlerin ardından çok ciddi şekilde ele alınmıştır.

99 öncesi yapılan statik ve betonarme hesaplarına nazaran, neredeyse 5 kat daha fazla yük tesiri altında(tasarım yükleri) tasarlanan yapılar olma zorunluluğundan yola çıkılarak tüm konstrüktif esaslar elden geçirilmiş, hesaplarda 99 öncesi neredeyse hiç itibar edilmeyen “zemin sınıflarına göre değişen spektrum periyotları ve etkin yer ivmesi katsayılarının hesaba alınması zorunlulukları getirilmiştir.

Anadolu’nun birçok kentinde 99 öncesinde statik ve betonarme hesaplarda deprem hesabı dahi yapılmasına gerek olmadan projeler ruhsatlandırılıp binalar yapılmıştır.

Hal böyle iken bu gerçekler ışığında şunu çok net ifade edebiliriz ki; “Türkiye’de 99 yılı öncesi yapılan yapıların neredeyse tamamı depreme dayanıksız yapılardır”

Bu gerçekten hareketle 31.05.2012 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6306 sayılı kentsel dönüşüm yasası çıkarılırmıştır.

Ancak çıkan yasa ve ilgili yönetmeliklerde yapıların depreme dayanıksız yani “riskli” olduğunun tespit edilmesi zorunluluğu getirilmiş olup bu ise süreci uzatan ve dönüşüm için zamanın çok kıymetli olduğu bir dönemde engel teşkil eden bir hal almıştır.

Yasal boşluklar ve bürokratik işlemlerin bazen 6 aya varan riskli yapı tespitlerine sebebiyet verdiğini ve en kısa riskli yapı tespit süresinin 2.5 ayı bulduğu ortadadır.

Yapılması gereken ise 99 yılından önce yapılan tüm yapıların bir kararname veya ek madde ile “ riskli yapı statüsüne” sokulmasıdır. Bu durumda karışıklıkları önlemek ve hak zayiini engellemek için ise “yapısının riskli yapı olmadığını” iddia edenlere ispat yükümlülüğü getirilmelidir.

Sözün özü, artık “riskli yapı tespiti” yaptırmak yerine, “risksiz, sağlam, güvenli yapı” tespiti yaptırmak hem daha ucuz, hem daha güvenli hem de dönüşüm sürecini hızlandıracak bir adım olacaktır.

Bir mühendis olarak çok açık ve net ifade etmeliyim ki, 99 yılı öncesi yapılan statik ve betonarme hesap ve projeler bugünden baktığınızda standart ve yönetmeliklere uygun sonuçlar vermemektedir. Hiçbir mühendis veya bağlı olduğu odalar ile belediyeler ve hatta üniversiteler bu konuda aksini iddia ederek vatandaşı yanıltma durumunda olamaz.

Çözüm için atılan adımlara düzgün dokunuşlar yaparak süreci hızlandırmalı ve hem daha ekonomik hem daha hızlı hem de daha kaliteli, güveli yapılara kavuşmalıyız.

Maksat optimum çözümü üretmek olduğuna göre, kamu bürokrasisinin doğru yönlendirilmesini sağlayacak adımları atmak kanun yapıcıya düşmektedir. 2012 Mayısından bu yana geçen 4,5 yıllık süreçte, riskli yapı stoğunun dönüştürülmesinin önündeki engellerin tespit edilip aşılmış olması gerekirdi. Ancak süreci işletmek yerine daha çok tıkamak ve uzatmak yönünde adımlar atılmaya devam edilerek vatandaşın yaşam hakkı riske edilmektedir.

Bu konunun ihmal edilmeden çok titizlikle ele alınması zarureti vardır. Bir deprem olmasını bekleyip, yeni dersler alma sabrımız olmadığı kanaatindeyim. Tıpkı Adana’da yaşanan yangın faciası gibi.

Toplum olarak yeterince ders alacak olay yaşayıp gördüğümüze göre, gerekli adımları atmak için yeni felaketleri beklemek yanlışına düşemeyiz.

Saygılarımla

ÖK