Daha henüz buluğ çağına ermişti ki iş hayatımız, sıkılıverdik çalışmaktan koşturmaktan. Herkesin ağzında bir “of dur puff dur” gidiyor. Hiç kimse yaşadığı hayattan, yaptığı işten memnun değil. Rahatlık o kadar alıştırdı ki kendine, bir yerlerde yapacak bir mecburiyet hasıl oldumuydu başlıyoruz veryansına. Hiç kimseyi ve hiçbir meslek kolunu ayırmadan söylüyorum. Avukatından öğretmenine, öğrencisinden muhasebecisine, mühendisinden doktoruna, çiftçisinden şoförüne……..Yüzünee

Almanya bir yüzyıl içinde iki büyük yıkım geçirip milyonlarca insanını  (genç yaşlı çocuk) iki dünya savaşında kaybetti. Buna rağmen çok kısa sürede dünyanın sayılı devletleri arasına girdi. Almanya’nın GSMH 2013 yılı için 3.73 trilyon dolar idi. Türkiye’nin ise aynı dönemde GSMH 820 milyar dolar oldu. Yani Almanya’nın neredeyse beşte biri seviyesinde.

Yine II. Dünya savaşında çok büyük yıkım yiyen ve savaşı kaybeden Japonya harap ve bitap bir ülkeyi baştan sona yeniden inşa etmek zorun kalmış olmakla birlikte 2013 yılı GSMH 4,92 trilyon dolar idi.

Peki, nasıl oluyor da koca koca yıkım geçirmiş, moral dâhil her şeyini kaybetmiş bu ülkeler çok kısa süre içerisinde dünyanın en büyük ilk on ekonomisi arasına girebiliyor? Ve nasıl oluyor da çalışkanlığı, azmi ve başarılarıyla övünen bizler hâlâ ot topluyoruz?

Almanya ve Japonya örneği kalın görünse de aslında bizim için karşılaştırılması uygun örneklerdir. Almanlar ile olan siyasi ve kültürel ilişkilerimiz ile, Japonlarla olan toplumsal benzerliğimiz bu karşılaştırılabilirlik fenomenini geçerli kılmaktadır.

Çalışkanlık, üretkenlik, verimlilik……….

Bu üç kardeş yapışık üçüzler gibidir ve birbirinden ayırdığınızda yaşama şansları yoktur.

Hedef, iman…………….

Bu iki kardeş de siyam ikizleri gibidir ve ayrılırlarsa yaşayamazlar.

Saygı, Adalet…….

Bu değerler büyük abilerdir ve hiçbir şey olmasa da onlar kendi başlarına idare ederler. Ama diğer kardeşlerin yaşaması, büyümesi, gelişmesi için mutlaka büyük abilerine ihtiyaçları vardır.

Bu değerlerin ışığında ana fikri şu cümle içerisinde sentez edebilir ki ;

“İnanç ve iman sahibi insanların belirlenmiş hedeflere ulaşmak için yüksek verimlilik felsefesi ile çalışarak, üretkenliklerini rakiplerinin önüne çıkaracağı kesindir.”

Almanya ve Japonya hedeflerine inanmış ve bu yolda çalışmış insanlar topluluğudur. Bu yolda hiçbir şahsi ihtiraslarını ön plana çıkarmayıp yarınlarını inşa etmek için var güçleriyle çalışmışlar ve bugünlere ulaşmışlardır. Yüksek azim ve disiplin üzerine inşa edilmiş bu çalışma kültürü sayesinde bizim gibi toplumlara kısa sürede fark atmışlardır. Yaradan herkese benzer akıl özellikleri vermekle beraber kimileri bu aklı refaha ve gevşekliğe, kimileri ise çalışmaya ve gelişmeye kullanmışlardır.

Çoğu zaman, toplum düzeninde saygı ve adaletin olmayışı bananeci, boşverci, nemelazımcı bir güruh hasıl etmektedir. Çok büyük bir yıkım getiren bu eksikliklerin topluma aşılanabilmesinin yolları bellidir ve asla peşi bırakılmamalıdır. Aksi takdirde bir şeylere başlayamama ve sürekli erteleme hastalığı her daim zuhur edecektir.

Gelişmenin ve büyümenin önündeki en büyük engel adaletsizlik olup, saygının da kaybolmasının müsebbibi olacaktır. Gelecek nesiller için “nitelikli bir çalışma kültürü” miras bırakabilmeliyiz. Birbirine saygılı bir toplum ve adil hak taksimatı ile hedeflerimize olan inancımızı daima koruyabilir ve geliştirebiliriz.

Selim Bilâl………………….