Değişimin başdöndürücü olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bir sabah uyandığınızda yeni bulduğunuz akşama eskiyor. İnternet’in ve kaynaklara ulaşımın kolaylaştığı dünyada değişimin daha da hızlanacağını söylemek bir kehanet değil artık.  Değişime ayak uyduramayanlar hayatın her alanında zorlanmaya devam edecekler.
Siyasi partilerin sosyal sorumlulukları onların seçmenlerini zorlu bir yolculuğa değil kolay olana doğru yönlendirmesidir. Seçmenlerin rasyonel tercihleri siyasi partileri değişime zorlayacaktır.  Buna direnen siyasi partiler ya marjinde kalır ya erir veya yok olur.  O değişimi iyi okuyan ve onu yönlendiren önder siyasetçiler kazanır ve kazandırır.
Elimde eski CIA ajanı Graham E. Fulleri’in Türkiye ve Arap Baharı (Turkey and Arab Spring, Bozorg Press, 2014) adlı yeni kitabı var. Kitapta Fuller, Türkiye’nin dünya ve Ortadoğu’daki yeni rolü üzerinde duruyor ve bir model ülke olup olamayacağını sorguluyor. Fuller’in isabetli tespitleri arasında (Ancak kitabı okumayı henüz bitirmediğimi belirtmek isterim.) Türkiye’nin köklü bir demokrasi geleneğine sahip ve bu geleneği daha da güçlendirerek zenginleşen bir ülke olduğunu belirtiyor.
Fuller, Türkiye’nin bölgesel bir güç olma hamlesini doğru buluyor; buna rağmen Arap dünyasının lider ülkesi  olacağını düşünmüyor. Fuller halifeliğin tekrar geri döneceğine inanmıyor (32). AKP hükumeti ile Türkiye’nin İslam dünyasını bütünleştirip ümmeti siyasi olarak inşa etmeyi değil, Müslüman toplumları güçlendirerek İslami kültürü koruyup işbirliğini genişletmeyi hedeflediğini belirtiyor. Türkiye’nin en büyük başarısının yeni üretici orta sınıfı (yeni burjuva) yaratmış olduğunu ve bu anlamda Ortadoğu’ya örnek olabileceğini vurguluyor (88).
Fuller’in iç politikaya yönelik tespitlerinden en önemlisi artık Türkiye’nin geri dönüşü mümkün olamayacak şekilde değişmiş olması.  Bu değişimde Adnan Menderes, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan’ın rollerinin altını çizerken bu liderlerin bireysel özgürlükleri genişletmesine de vurgu yapıyor (66). Ekonomik büyüme yanında AKP’nin Türk demokrasisine en büyük hizmetinin ordunun siyaset üzerindeki vesayetinin yok edilmesi ve darbe olasılıklarının ortadan kaldırılması olarak görüyor (88).  Ancak kendisinin Ergenekon suçlamalarının boyutları ile ilgili olarak şüphelerinin olduğunu da belirtiyor (83). (Kitabın devamını okuduğumda Fuller’in tespitlerini paylaşmaya devam edeceğim).
Yeni Türkiye’de geçim, eğitim, işsizlik, nüfus artışı gibi somut problemlerin yanında kimlik, idealler,ideoloji gibi insanların soyut taleplerine de seslenilmesi gerektiğini belirten yazar muhalefete de yol gösteriyor.
Türkiye artık eski Türkiye; seçmenler  de kırk yıl öncesinin seçmenleri değil.  Aynı zamanda bir yıl öncesinin seçmenleri de değiller. O halde muhalefetin yeni Türkiye argümanına karşı “yepyeni bir Türkiye” vizyonu; laik Türkiye yerine “seküler Türkiye” vaadi  ile Türk siyasi hamurunun yeniden yoğurulması ve ortaya konacak yeni tatta taze ekmeğin sunumuna hazırlanması gerekiyor.

NOT: İki büyük muhalefet partisi öncelikle imaj değişikliğine gitmeli. CHP amblemindeki okları değiştirmeli, daha yumuşak çağrışımları olan yeni bir amblemle yoluna devam etmeli. MHP uzak bir ideal gibi görünen üç hilalini günlük hayat ile bağlantılı daha reel bir simgeye dönüştürmeli.