6306 sayılı kentsel dönüşüm yasasının ülkemize katmış olduğu üstün ekonomik ivme sayesinde evele-gevele ekonomisinin çarklarında parçalanıyoruz.

Kimine göre Türkiye parayı bol buldu milli servet binalarını yıkıp yenilerini yapıyor. Kimine göre depreme karşı dayanıklı binalar yapılıyor. Kimilerine göre ekonomi canlandırılıyor.

Esas belirleyici rol oynayan ise hangi normlar üzerinden sağlam ya da çürük olduğu muamma olan raporları hazırlayan bilirkişilik yani danışmanlık müesseseleri.

Onların verdiği çürük veyahut sağlam raporuna göre binaların geleceği şekilleniyor. Sorumlulukları büyük. Ama genelde tüm binalar için çürük yani “riskli yapı” tespiti yapılıyor.

15-20 yıllık binalar bile çürük raporu yiyor. İnsanlar için asabiye 46 veriyor, binalar için denetim şirketleri 6306. Buradan çıkan acı gerçek ise;

Meğer yakın zamana kadar yapılan tüm binalar çürükmüş, meğer yakın tarihlere kadar hesap yapan mühendisler, hesap yöntemi geliştiren teorisyenler, demirci ustaları, müteahhitler, kalfalar, teknikerler, formenler, belediyeler, belediye imar işleri ve fen işleri yetkilileri, bakanlık yetkilileri ve hatta arsa sahipleri toplumu kandırmışlar.

KANDIRILDIK.

Yüzyıldır yapılan bütün binalar çürükmüş. Yaptığımız tüm harcamalar boşa gitti.

Bu durumda Meclis binamız, bakanlıklar, Mersin’deki 50 katlı kule, tüm tarihi eserler (köprüler, camiler, hanlar, hamamlar) riskli. Tümünün 6306’lık olması gerekir.

Hal böyle iken bu kadar masraf yaptırıp riskli yapı raporları hazırlatmaya, insanları meşgul etmeye, vergi resim harç vesair türlü masraflar yaptırmaya ne gerek var öyleyse. 1999 depreminden önce yapılan tüm binaları RİSKLİ kabul edin ve sıraya göre yıkın gitsin.

Sıraya göre olursa müteahhit ayarlamanız da kolay olur. Öyle her önüne gelen, kim olduğu belirsiz müteahhitlere de iş verilmez ve TOKİ’nin müteahhitleri dönüştürür binaları, döndürür çarkları.

Milli serveti bari bu noktada boşa harcatmayın, harcatmayın ki;

Artacak kaynaklarla yeni özel okul çocuklarının ücretlerini devlet okullarına çocuk gönderen velilerden ödetir, yeni taşeronluklar tahsis edip sonra onları kadroya alır, ağaç dikmek için 100 bin vasıfsıza kaynak çıkartır ve talebelerin ağaç dikme sevdasını da kursaklarında bırakırız. Çayın taşı ile çayın kuşunu vurmuş oluruz.

Yine oradan artan kaynaklarla 2 haneli hale düşürülmüş köylere 6. Camiyi, yaylalara turizmi geliştirme adına duble yolları, denizlere havalimanlarını, otelleri yapabiliriz.

Akıl pazara çıkmış fiyatını bile kimse sormamış.

Ülke kaynaklarının efektif kullanımı noktasında ne kadar mahir olduğumuz bugüne kadar yaptığımız eserlerden belli. Dünyada bu konuda bizimle yarışacak bir başka ülke olduğuna inanmam.

O kadar zorlu yıllar ve yollardan geçmiş bir milletin kaynaklarını bu şekilde heba etmesi ve bunu kalkınmışlık adına yapıyor olması her milliyetçi gibi beni de üzüyor. Sonuçta giden kaynaklar bizden olduğu kadar gelecek nesillerden gidiyor.

Şehirleşme adına şehirlerde köleleştirilen ve Legolarda yaşamak zorunda bırakılan bozkırın evlatları, rüzgarında esenleyemedikleri yayların hasretini, gürül gürül akan nehirlerinde yudumlayamadıkları özgürlüklerini bilgisayar ve telefonların ekranlarında aramak zorunda bırakılıyorlar.

Bu planlama kötü , en kötü planlama. Bir toplumun eğitim dizesinden töreyi, güvenlik dizesinden milli şuuru, ekonomik dizesinden hakkaniyet ve akılcılığı, inanç dizesinden Kuran’ı, adalet dizesinden devleti, inkişaf dizesinden planlamayı çıkardığınızda geriye posası bile kalmaz.

Bir an önce yeniden şehir –köy planlamalarının yapıldığı, nüfus yapısının memleket topraklarına yayıldığı, sağlıklı ve doğal ortamlarda nesiller yeşertildiği, eğitim ve sağlığın devlet eliyle milli ve bedelsiz hale getirildiği günleri koordine etmeliyiz.

Etmiyorlarsa edeni çıkarmalıyız.

Demokraside çareler tükenmez.

Saygılarımla

Selim Bilâl…