Malum olduğu üzere Türkiye çok kritik bir süreçten geçiyor.

Birçok yazar, çizer, düşünür, konuşur ve akademisyenin anlatımlarıyla çizdiği zihin perspektifi, “Türkiye’nin 1. Dünya savaşı sonrası bir asırlık geçmişinin muhasebe zamanıdır” diyor.

Bu muhasebeyi yapanlar ve Türkiye’yi masaya yatıranlar hem bizleriz hem de 100 yıl önce devletimizi yıkanlar…………….

Ülkemizi son 16 yıldır yöneten ekibin ciddi bir iddiası vardı. Hala da bu iddialarında devam diyorlar. Neydi bu iddia “Yeni Türkiye”

16 yılın ilk birkaç yılı sistemi ve devleti tanımakla geçti ancak sonrasında içeride ciddi hesaplaşmaların yaşandığı döneme girildi. İçerde çöreklenmiş iç ve dış menşeili yapılarla amansız süren kanlı ve kansız mücadele hala devam ediyor ancak iç hesaplaşma etkisinin 2016 darbe girişiminde pik yapıp sonrasında ivme kaybettiğini hep birlikte müşahede ediyoruz.

Son iki yılda ise Türkiye etrafında kurulan tuzaklarla, hazırlanan projelerle ve kendi güvenlik ve hedef problemleriyle mücadeleye girişti. Suriye ve Irak’ta yürütülen harekâtlar, Somali, Sudan ve Afrika genelinde yürütülen geliştirme faaliyetleri ile Balkanlarda oluşturulmaya çalışılan kadim birlik bu faaliyetlerden başlıcalarıdır.

Tüm bu çalışmaların yapılabilmesi için gerekli olan altyapı faaliyetleri ise kademeli olarak gerçekleştirilmeye çalışıldı. Özellikle askeri alanda savunma sanayimizin geliştirilmesine yönelik çalışmaların meyvelerini vermesiyle, istihbarat ve keşif çalışmalarındaki personel ve teçhizat eksiklerinin giderilmesi, netice alan operasyonlara imza atılmasının önünü açtı.

Tabi ki bu faaliyetlerin yürütülmesinde dengeleri de sarsmadan gitmek gerektiği hepimizin ortak düşüncesi. Bu düşünceden hareketle milli eğitim, sağlık, ekonomi başta olmak üzere adalet ve güvenlik kaygılarımızın giderildiği bir dönemi de paralelinde yaşamak için Devlet ve onu idame ettiren yöneticilerin sistematik, planlı ve şuurlu politikalar geliştirip uygulaması gerek ve yeter şart.

Aksi halde içerde hainlerle, dışarıda düşmanlarla yapılan mücadelelerde kazanılan başarılar oluşabilecek sosyolojik çalkantıların gölgesinde kalmaya mahkûm olabilir.

Bugünlerde öz eleştir yapan siyasi erk sahiplerimiz özellikle eğitimde başarılı olamadıklarını cümle âleme ilan ettiler, ettiler etmesine de bu eksi hane sadece eğitimde mi var o tartışılır.

Özellikle sağlıkta yaşanan sorunlar eğitimden çok farklı değil. Özelleştirme kıskacına sokulan eğitim ve sağlık politikaları bu doğrultuda yönergelerle fasit daire çizer, vatandaşın beklentilerini karşılamaktan uzak hale gelir oldu. Hal böyle olunca okuduğunu anlamak isteyen, gazlandığında rahatlamak isteyen vatandaş maalesef düzgün bir psikoloji ile 24 saatini geçiremez oluyor.

Sabah namaz vakti kalkıp nasibini arayan çalışan kesim, sanayici, tüccar, müteahhit akşam eve döndüğünde evladüiyalineçok da tebessüm eder vaziyette olamıyor.

Gün içinde kazandığını sabaha kadar koruyabilecek mi meçhule soruyor!

Cevap sabah geliyor.

“Paran pul oldu, malın çul oldu, ee sen de bu halinle birilerine kul oldun”

Hal bu iken tabi siyasi erk sahibi dengeleri korumayı bir kez daha akıl ediyor. Ekonomiyi canlandırmak için NEFES veriyor. Bir nefes.

Verdiği nefes tobb üyelerine 200, TO üyelerine 100 bin TL…

Kimileri buna ölmek üzere olan adamın dudağına sürülen suya batırılmış pamuk diyor.

Ekonomi bakanı alarm veriyor, ikaz alıyor.

Tabi ki ülkeyi kötü göstermek soruna çare değil ama gözleri açmak için belki bir umut.

Şimdi Türkiye en ciddi sınavını ekonomide veriyor. Baskı nereden gelirse gelsin, tehdidin adı ne olursa olsun hamle yapmadığınız sürece dayak yemeye mahkumsunuz.

Sorun tam da bu neden hamle yapılmıyor?

Şu an döviz kurlarının şehvetle artışı, ağzı sulanarak Türkiye’nin birikimlerini silip süpürüşü dikkatle ve heyecanla seyrediliyor. Ama Müdahale edilmiyor, onun yerine NEFES veriliyor. Nefes enfes.

2012 yılı ihracatı ile 2017 yılı ihracat rakamları neredeyse aynıdır. 2012 de dolar 2,5 şimdi ise dolar 4 liranın üstünde. Döviz kurları düşerse ihracat durur diyenlere kapak olsun diye söylüyorum.

Türkiye bu yıllar zarfında ortalama 60 milyar dolar/yıl cari açık verdi yani kur artışlarından bu milletin yediği kazık faizden yediği kazığın 3 misli.

Zaten ihracat için benim bir sözüm var paylaşayım sizlerle, gelecek nesillere de yol olsun

“Gerçek İhracat Döviz paritesi ile değil, Ürün Kalitesi ile Yapılandır”

Sonucu bizim belirleyemediğimiz bir maçın kuralını da biz koymadık ondan olsa gerek hep kaybeden biziz bu kapitalist batı çıkarması sistemde. Yiyin için ama kazanmayın diyen batı, her sene bilançolar üzerinden milletin malını parasını silip süpürüyor, biz de derbi seyreder gibi heyecanla ve aşkla izliyoruz.Ohhh diye nefes veriyoruz hayal balonlarımızı şişirmecesine.

Verdiğimiz nefes biraz önce aldığımız SON NEFES idi bilmiyoruz. Bilemeyiz çünkü son nefesti.

Son nefesi vermeden çözümü de söyleyelim olsun bitsin.

Çözüm çok açık ve net :

Ya Sabit Kura geçilecek ve Türk parasının değeri korunarak, ülkemizde üretilen tüm değerlerin de korunması sağlanacak. Ya da döviz birimimizi değiştirip Euro ya da Dolar ile işlem yaparak haklarımızı koruyacağız.

Faizle yapılan anlamsız savaşların da sonunu getirmek için son nefeste Yaşasın Türk Parası diyoruz.

Selim Bilal