Şöyle bir oturup düşündüm,

‘’geri kalmışlığımızın sebebleri…’’

Neler olabilir ki?

Son bir hafta içinde yaşananlardan neden geri kaldığımızı çok net anladım. Neden mi…?

Geri Kaldık…

Çünkü…

Bafra’da‘’Haset ve Çekememezlik var’’

Nasılmı...

Anlatalım O zaman

Son günlerde Bafra’da büyük bir heyecan var

Eczacılık Fakültesinin Bafra’ya gelmesi gündemde

Şu an büyük bir algı savaşı var

Siyasi gücü kim daha iyi kullanırsa Fakülte oraya kurulacak.

Samsun AK Parti Milletvekili Orhan Kırcalı, Bafra Belediye Başkanı Hamit Kılıç, AK Parti Bafra İlçe Başkanı Av.İbrahim Semiz,MHP Bafra İlçe Başkanı Barbaros Turna ve Bafra Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Göksel Başar, Şu an Fakültenin Bafra’ya gelmesi için büyük Mücadele veriyorlar…

DİĞER ODA BAŞKANLARININ SESİ NEDEN ÇIKMIYOR?

Susarak Sorunlarımızı halledemeyiz

Ne Oda Başkanlarının

Ne STK Temsilcilerinin

Ne İş adamlarının

Ne de Muhtarların

Hiç birinin nedense sesi çıkmıyor….

Hatta..

Eczalık Fakültesinin Bafra’ya gelmesini istemeyenler bile var.

-Bir grup insanın Samsun Valisine giderek Fakültenin Bafra’ya açılmasını istemiyoruz diyecek kadar Bafra düşmanları var aramızda.

Süreç aleyhimize işlemisin diye şimdilik isimlerini gizli tutuyoruz.

-Bir Belediye Başkan Adayı’nın Sosyal medyadan ‘’Bafra ya eczacılık fakültesi hayırlı olsun ..19 Mayıs ilçesine 19 Mayıs üniversitesi mühendislik Fakültesi taşınırken bafra neye seviniyor anlamıyorum’’paylaşımını şaşkınlıkla karşıladım.Şimdiye kadar bu aday adayı Bafra için ne yapmış sormak lazım kendisine . Bafra’ya tıp Fakültesi geldi de biz mi hayır dedik.

Yazımın başında belirtiğim gibi bu sadece hasetlik ve çekememezliktir.

Bafra Hepimizin

Başka Bafra Yok

Şimdi Kenetlenme Zamanı…

Bir Hikaye ile Yazımızı sonlandıralım

Hülagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir. 1255 de ağabeyi Mengü Han tarafından Ortadoğu’da henüz ele geçirilmemiş toprakların ele geçirilmesi için görevlendirilir.
Hülagu 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır.
Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.
Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Kimse Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez. Bu haber zamanın genç âlimlerinden Kadıhan’a ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Böylesi bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.
Böyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır. Çünkü bir kurban bulunmuştur. Hülagu’nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar.
Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler.
Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını görerek, “Bana göndermek için bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı?” diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin!” der.
Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve “şöyle otur bakalım” diyerek ilk sorusunu yöneltir. “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetin bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.
Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar. “Peki, beni buradan kim gönderebilir?” Cevap çok manidardır. “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın”