Yüzemeyen bir hayvan olduğunun farkında olan akrep, bir gün nehrin öte yanına geçmek zorunda kalır. Ne yapacağını düşünürken kıyıda pinekleyen kurbağayı görür.

Akrebin kendisine yanaştığını fark eden kurbağa korkudan suya atlayıp uzaklaşmaya başlar. Akrep yalvaran bir ses tonuyla sorar:

“Kurbağa kardeş; karşıya geçmem gerek. Beni sırtında taşır mısın?”

Kurbağa büyüyen gözleriyle cevap verir.

“Daha neler? Beni sokup öldürürsün sen!”

“Olur mu hiç?” der akrep. “O zaman ben de suya batar, boğulur, ölürüm”.

Kurbağa biraz düşünür ve akrebe hak verir. Kıyıya çıkar, onu sırtına alır ve karşı yakaya doğru yüzmeye başlar. Yolun yarısında ensesinde bir sızı hisseder. Vücudu hızla soğumaktadır. Kolları, ayakları hissizleşir. Beraber dibini boylayacakları suya batarken son nefesinde sorar:

“Hani sokmayacaktın akrep kardeş?”

Akrep mahzun, mahcup ve çaresiz cevap verir:

“Ne yaparsın kurbağa kardeş; ben akrebim, huyum böyle” der.

 

         Terörün ve teröristin her şeyden ve herkesten çok konuşulduğu şu vahim günlerde ne de güzel bir kıssadır akrep ile kurbağanın hikâyesi. Tabiatı itibarı ile terör yapmaya alışmış pkk,pyd,fetö,daiş ve türevleri gibi örgütlerin iyi hale gelmesini beklemek mümkün müdür? 
              Geçmişte maalesef böyle bir hataya düşülmüş ve ülkemiz bu eyyamcılığın ceremesini halen çekmektedir.

Bazı hatalar var ki bedeli çok ağır ödeniyor. Kendi ifadeleriyle iyi niyetinin kurbanı olan kimi söz sahipleri ödenen bedelin gencecik canlarımızın şehadeti olduğunu gördüğünde iş çoktan işten geçmişti.

Memleketin her köşesinde kendisine gelecek sırayı gururla bekleyen nice yiğitlerimiz var amma bunca canı aziz bilip kılı kırk yarmak gerekmez mi? Bir can kolay yetişmiyor ki bunca kolay feda edilsin. İşte bu yüzden kılı kırk hatta yüz kırk yarıp öyle davranmalı, öyle hesap yapmalı söz sahipleri.

 

         Terör örgütlerine müsamaha gösterilemeyeceğinin acı tecrübesini yaşadığımız şu günlerde yine siyasette de tabiatı hiç değişmeyen karakterlerle birlikte yaşıyoruz. İşte Sayın Kılıçdaroğlu’nun birlik beraberlik çağrıları yapılan şu günlerde adli yıl açılışına katılmayışı, kendisine düzenlenen suikast girişimi sonrası yaptığı bazı talihsiz beyanlar huylu huyundan vazgeçmiyor dedirtecek cinsten.

         Yine siyasetçiden çok teröristimsi kimliği taşıyan Demirtaş’ın Antep’te yaşanan canice bombalı saldırının ardından yaptığı öz savunma safsatası da akrebin zehrini bir başka iyi niyet köprüsü üzerine zerk edişiydi.

         Hâlbuki devlet, vatandaşları arasında din, dil, ırk, cinsiyet vs. ayrım gözetmeden muamele yapmaktadır. Buna rağmen birileri huy haline gelmiş bölücülüklerinden asla taviz vermemektedir.

         Aynı şekilde ABD denilen toplama devletin yaptığı eylemler ve savurduğu söylemler. Cerablus ve çevresinde Türkiye’nin var olma mücadelesi olduğu aşikâr olan bir operasyona karşı açıktan karşı çıkan bir sözde müttefik olduklarının da belgesi niteliğindedir. Corç Bidon daha iki gün önce buradaydı. Şöyle dostuz böyle kardeşiz sözcükleri hala takıldıkları hava kabarcıklarından inmiş değil. Lakin onlar da huylarından vazgeçmiyorlar.

         Onlar akrep gibi sürekli sokacaklar. Sürekli yalan söyleyecekler, sonra sırt sıvazlayacaklar. Hiç vazgeçmiyorlar hiç. İşte fetö denen ve 40 yıldır habis bir tümör gibi içimizde büyüttükleri yapı ortada. Orada da arkamızdan vurdular. ABD yok etme, ezme, baskılama huyundan asla vazgeçemiyor. Varlık sebebi bu.

         Carter seferlerini başlatma izni veren Ruslar diğer taraftan Halebi ve Türkmenleri bombalamaya devam ediyor. İkiyüzlülüğü damarlarındaki kan gibi akan bir Rusya ile karşı karşıyayız. Oysa şu güzelim coğrafyada Sakız hanımla Mahur bey gibi olması gereken iki millettik. (MAHUR Türkiye)

Ancak Ruslar da huylarından vazgeçmiyor. KGB günlerinden kalma şüphe, endişe, yok etme, baskılama politikaları çizgilerinin ana hatlarını oluşturmaya devam ediyor.

         Sadece iç ve dış siyasete emsal teşkil etmiyor akrep ile kurbağa. Bizdeki bürokrasiye, ticarete, eğitime de ayna görevi görüyor.

         Rüşvet alma huyundan vazgeçemeyenlerden tutun da mesaisini yatarak ya da kurum dışında geçirip maaşını tam alanlara kadar akreplik ruhumuza işlemiş durumda. Devlet kurumlarında çalışan, doktorundan, mühendisine, en kıdemsiz memurundan müdürüne kadar neredeyse hepsinde bir iş yavaşlatma ve takoz olma durumu söz konusu. Sanki onlar olmazsa bu dünya dönmezmiş gibi davranıyorlar. Hâlbuki herkes ve her şey birbirine bağlıdır bu dünyada. 657 sayılı kanunun ilelebet süreceğini kimse düşünmemeli. Çıkar bi 658, görür akrep iğnesini.

         Eğitim konusunda da huyumuzdan vazgeçmiyoruz. Eğitimin millileştirilememesi ve sürekli birilerinin kendi anlayışına, dünya görüşüne bağlı halde devşirilmesi en büyük sorunlardan birisi. İstiklalimizi elimizden almaya çalışacak caniler yetiştiren bir eğitim sistemine sahibiz. Bunun mimarı sadece fetö mü? Tabi ki herkesin sorumluluğunu kabul etmesi gerekir. Suçu başkalarına atma, günah keçisi tayin etme HUYUNDAN vaz geçmeliyiz. Milli ve manevi değerleri birlikte bu ülkenin Tüm evlatlarına öğretecek, adalet duygusunun tam ve doğru geliştirildiği, hakka riayet bilincinin her şeyden önce zihinlere kazındığı bir eğitim altyapı ve müfredatı yapmak çok mu zor?

         Eğitimi özelleştirerek, istilacı devletlerin CIA gibi istihbarat örgütlerinin içlerimize, kılcal damarlarımıza kadar girip bizlere kurşun sıkan evlatlar yetiştirdiğini hep birlikte görmedik mi? Özelleştirilmiş eğitim baştansavmacılıktır, kolaycılıktır. Biz bu devleti kurduk ve devam ettiriyoruz ki; vatandaşın en önemli meselesi olan eğitim meselesi üzerinden bize operasyon yapılmasını önlesin, hainler yetiştirilmesinin önünü kapasın, bu asli görevi bizzat yerine getirsin, insanımızı vatanına, bayrağına, diline, dinine ve milletine bağlı yetiştirsin diye. Ama görünen o ki bu konuda da huylu huyundan vazgeçmiyor. Sadece kendisine dokunulduğunda harekete geçen ve devleti yönettiğini hatırlayanlar yüzünden olsa gerek. Sorunu okulların isimlerinde sanarak ve siyasi görüş üzerinden eğitim yuvaları dizayn ederek, bazı okulları teşvik edecek şekilde yatırımlar ve yönlendirmeler yapılıyor. Bugün tarihimizin en karanlık darbe girişimine maruz kalırken sokaktaki kardeşlerimiz her siyasi görüşten ve inançtan idi. İşte bu birliğin peşinde olan bir müfredat ve anlayış hâkim kılınmalı eğitime. Diğer ikileştirilmiş yapılar, ileride yine başka sıkıntılı gurupların beslenip büyütüldüğü kıraathanelere dönüşebilir. Bugünler DERS günleri, EZBER günleri değil.

         Bu ülkede yaşayan insanlar olarak bizlerin ataları vermedi mi kurtuluş mücadelesini, 780 bin km² vatan toprağında bir ve bütün olacağız yemini etmedik mi? Birlikte Türkiye olmak için Anayasamız, kanunlarımız yok mu? Bu vatanın tümü yani TÜRKİYE birliğimizin adı değil mi? EVET dediğinizi duyar gibiyim.

         Peki, öyleyse neden birileri çıkıp, küçük küçük birlikler oluşturup, küçük küçük kendine özgü gizli yasalar yapıp yeni yeni, mini mini birlikler, cemaatler oluşturuyor? Dertleri ne bunların? Bu memleket yetmiyor mu onlara ki diğerlerini şucu bucu, dinli dinsiz, alevi sünni, ışıklı ışıksız ilan ederek kendilerine alan açmaya ve hükümranlık ilan etmeye kalkıyorlar. Bedavadan geçinmek mi dertleri yoksa ülkeyi ele geçirmek mi? Bedavacılıksa eğer ücreti neyse verelim gitsinler, yok ülkeyi ele geçirmekse temmuza bir dönsünler.

         Koskaca bir Türkiyemiz var. Türkiye bizim cemaatimizin, ortaklığımızın, istiklalimizin bayrağımızın temel adıdır. Başkaca ne cemaat tanırız ne de birlik. Küçük beyinleriyle kendilerine vatan içinde vatancıklar yaratmaya kalkanların akıbetinin ne olacağını da 15 TEMMUZ’da bu milletin evlatları gösterdi.

         Bu noktada diyorum ki herkes aklını başına alsın, bu huylu bu kez huyundan vazgeçsin. Pabuç pahalı ve millet acı ödetiyor.

         Ordumuza, vatan savunmamızın başladığı Suriye topraklarında muvaffakiyetler diler, birliğimizin en önemli sembollerinden olan Mehmetçiklerimize Allah’tan yardım temenni ederim.

 

Saygılarımla

 

Selim Bilâl………….