Darbenin ilk saatlerinde işi bitirdiklerini zanneden Amerikan Dışişleri bakanı Kerry  “Türkiye için istikrar ve barış diliyorum” açıklaması yapmıştı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatta olduğunu gören ve “sokağa çıkın” çağrısına şevkle uyan halkımızın direnişi sayesinde darbe girişimi bozguna uğratılınca ise aynı Kerry “ Seçilmiş Türk hükümetinin yanındayız, darbeler kabul edilemez” açıklaması yapmıştır.

Amerika’nın satmayacağı dost, ezemeyeceği değer, ihanet etmeyeceği emanet yoktur.

İkinci dünya savaşından itibaren Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasını kontrol altında tutmak isteyen ABD, bu amacına ulaşmak için Türkiye’yi kontrol etmesinin yeterli olacağını biliyordu ve planlarını Türkiye’nin ordusu ve hükümetlerinin kontrol edip yönetmek üzerine kurgulamıştı.

Farklı sesler çıkaran, milli olmayı hedefleyen Türk yöneticileri ise her defasında darbe ile görevden uzaklaştırıp, ya idam ettirmiş ya da faili meçhule bağlamıştır.

1960 darbesi, 1971 darbesi, 1980 darbesi, 28 Şubat darbesi, e-muhtıra kalkışması ve son olarak da 15 Temmuz darbe girişimi. Arada halkın bilmediği daha birçok darbe girişimi ve ayar çekme operasyonları olduğu da aşikârdır.

Bu bağlamda ABD Türkiye için 1970’lerden itibaren özel olarak yetiştirip büyüttüğü cemaatleri ve özellikle de Gülen cemaatini bu ülkenin başına bela etmiştir. Dünya üzerinde özellikle de Türk ve Müslüman coğrafyalarında sinsi bir yılan gibi okullar açmak kamuflajıyla örgütlenmesini sağlamış, maddi manevi destek vermiş, her gittikleri ülkede kapıların kendilerine ardına kadar açılmasını sağlamıştır. Ülkemizde de bu şekilde örgütlenmeye başlayan bu hastalıklı yapı, ülkenin yönetimini elinde tutacak şekilde bürokraside ve siyasette örgütlenmeyi başarmış ve bunu sürekli hale getirmiştir. Son yıllarda güç sarhoşluğu yaşayan Gülen cemaati açıktan siyasiler ve kendilerine tabi olmayan bürokratlara posta koymaya başlayarak adeta kibir abidesi olmuştur.

Halkın bir kısmının da dini aldatmacalarla sempatisini kazanmayı başarmış olan bu yapının idarecileri esasen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsalar da gerçekte ABD vatandaşlık ilke ve ülkülerine sadıktırlar. Bu uğurda CIA ile birlikte hareket eden ve ABD’nin emir kulu olarak çalışan bu örgüt mevcut başında bulunan zatın değil CIA’nın kontrolündedir. Zaten ABD de bu zatı işi bittiği anda bir çöp gibi fırlatıp atacaktır.

Söylemem odur ki; FETÖ bir CIA projesi ve silahı olup asıl mücadele etmemiz gereken unsur orasıdır. Taşeron olarak kullandıkları PKK, PYD, IŞID, FETÖ gibi yapılara karşı savaşımızı kazansak bile ABD’nin bunların dışında mutlaka bir B planı hazırlığında olacağı gerçeğini bir kenara bırakamayız.

Milletimizin bekası için Devlet yapılanmamızı, adalet ve güvenlik sistemimizi, eğitim ve sağlık sistemimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Bu dört konuda özelleştirmeden uzak durmalı ve milli devletin gereğini yerine getirmeliyiz. Özellikle eğitimi kullanarak militan yetiştiren ve daha sonra bunlarla adalet ve güvenlik sistemini ele geçiren ABD ve taşeronlarına karşı açık kapı bırakmamalıyız.

Dikkat edin ABD ve AB özellikle eğitim ve sağlığın özelleştirilmesinde çok sevinmişler, idam cezasının kaldırılmasıyla göbek atmışlar, Türk Telekom’un özelleştirilmesiyle adeta bayram etmişlerdir. Bunun aksine davranışlara ve taleplere ise sanki kendi ülkelerinde bir eyaletmişiz gibi çok ciddi tepkiler verip tehditler yağdırmışlardır.

Açık Kapı Eğitim sistemidir. Eğitim sisteminin acilen millileştirilmesi ve devlet eliyle gerçekleştirilmesi şarttır. Okullarda milli birlik ve beraberliğimizin simgelerini, İstiklal marşımızı şiar edinecek şekilde eğitim verilmesi şarttır. Aksi takdirde bu kapıdan giren ve militan yetiştiren tüm istihbarat örgütleri ülke yönetiminde söz sahibi olmaya devam edecektir.

Sonra yetişen bu militanlar kendi kardeşine kurşun sıkacak, bomba atarak katledecek vahşi canavarlara dönüşüyor. Bu sonuç ise nemelazımcılığın ne denli bir aymazlık olduğunu açıkça gösteriyor. Halkımızın da gelinen bu saatte çıkaracağı önemli dersler bulunmaktadır.

Tembelliği bir kenara bırakmalı, dini bir takım mülahazalarla kendilerine iş kurmayı hedeflememeli, dini kullanarak çıkar sağlama peşinde koşmamalıdır. Bu kolaycılıktan vazgeçip Allahlın emrettiği şekilde helal kazancın peşinden gitmelidir.

Devletin milli güçleri halkımız sayesinde darbe korkusunu yenmiş ve halkımız ile birlikte harekete geçmişse bu hala içimizde bir cevher olduğunun göstergesidir.

Demokrasisine ve özgürlüğüne sahip çıkan bir millet olmayı başaracak ilk adımı attığımızı düşünüyorum. Hain darbe girişiminde bulunanların kaybettikleri en önemli konu budur. Onlar her ne kadar ordumuza ve güvenlik güçlerimize uzun süre tedavisi sürecek hastalıklar bulaştırdılarsa da yok etmeyi başaramadılar. Küllerinden doğan bu millet dirilişini Allahlın izni ile tekrar gerçekleştirmeyi başaracaktır.

Birileri istediği için değil, kendi istediği için demokratik yolla hükümetlerini değiştirecek, milli dış politikası ve milli menfaatlerini koruyucu politikaları geliştirip yönetecek kudreti gösterecektir.

Şimdilerde Gülen’in iadesi için işi yokuşa süren ABD, yakın zamanda Suriye’de kurduğu kürt devletine onu postalayacaktır. Artık oradan alıp adaletin önüne çıkarmak da bize düşüyor.

Allah İstiklali için şehit olan 15 Temmuz kahramanlarına rahmet eylesin.

Önemli not: Vatandaş tarafından darp edilen askerler için üzülen ve bu eylemleri kınayanlara, bir komutanın sözlerini hatırlatırım. “Bu katillere asker demeyin Türkün askeri katil olmaz, bu katiller de asker olamaz” demiştir. Bu katiller kesinlikle Türk askeri değil, Fetönün CIA’nın askerleridir. Bizim askerimiz bize kurşun sıkmaz. Silahsıza ateş etmez, kendi kanından canından insanları tepeleyin, yakın, yıkın diye talimat vermez. Veren de bizim askerimiz olamaz.

Selim Bilal…….